İlk Kütüphanelerin Tarihsel Gelişimi


 

İlk Kütüphanelerin Tarihsel Gelişimi

Giriş

İnsanlık tarihinin büyük kısmında bilgi sözlü gelenekle aktarılmıştır. Kütüphane kavramı, yazının icadıyla mümkün hale gelmiştir; nitekim yazı yaklaşık 5.500-6.000 yıl önce Mezopotamya ve Mısır’da icat edilmeden önce bir kütüphane fikri düşünülemezdi​. Yazının kullanılmaya başlamasıyla birlikte kayıt altına alınan belgelerin sayısı hızla arttı ve bunların saklanacağı, gerektiğinde başvurulabilecek mekânlara ihtiyaç doğdu. Bu gereksinim, ilk kütüphanelerin çekirdeğini oluşturan arşivlerin ortaya çıkmasını sağladı.

İlk yazılı belgeler, MÖ 4. binyılın sonlarında Mezopotamya’da Sümer şehirlerinde ve aynı dönemde Mısır’da ortaya çıkmıştır. Bu erken dönem yazıtları genellikle tapınak ve saraylarda tutulan ekonomik ve idari kayıtlardı. Örneğin Sümer kenti Uruk’ta bulunan en eski kil tabletler tapınak muhasebe amaçlı listelerdi. MÖ 3. binyılın ikinci yarısında Kuzey Suriye’de Ebla kentinin kraliyet sarayında da büyük bir arşiv oluşturulmuştu; burada yaklaşık 15.000 çivi yazılı tablet bulunmuştur. Başlangıçta ağırlıkla envanter, vergi, sözleşme gibi belgeler üreten bu arşivler, yazının yaygınlaşmasıyla edebi eserleri ve bilimsel bilgileri de saklamaya başladılar. Böylece ilk kütüphaneler, genellikle arşiv niteliğinde olup tapınak veya saray bünyesinde, kil tablet veya papirüs ruloları gibi ortamlarda yazılı metinleri muhafaza eden kurumlardı.

Aşağıda, yazının icadından itibaren çeşitli uygarlıklarda kütüphane kavramının nasıl geliştiği tarihsel bağlamlarıyla incelenmektedir. Sümerler, Asurlar, Antik Mısır, Babil, Hitit, Antik Yunan ve Roma uygarlıklarının bilgi saklama yöntemleri ve kütüphane anlayışları ele alınacak; özellikle Ninova Kütüphanesi ve İskenderiye Kütüphanesi gibi önemli örneklerin işlevi, içeriği ve tarihsel etkisi açıklanacaktır. Gerektikçe arkeolojik bulgular ve kaynaklardan alıntılarla bilgiler desteklenecek, kronolojik özet ve tablolarla ana gelişmeler sunulacaktır. Akademik bir bakış açısıyla, her uygarlığın kütüphane geleneğine yaptığı katkılar değerlendirilecektir.

Sümer Uygarlığında Kütüphaneler

Yazıyı ilk geliştiren uygarlık olan Sümerler (Mezopotamya, MÖ 4. binyıl sonu), aynı zamanda kütüphane fikrinin temellerini attılar. Sümer şehir devletlerinde tapınaklar ve saraylar bünyesinde erken arşiv-kütüphaneler oluşmuştur. Kil tabletler üzerine çivi yazısıyla yazılan metinler, kullanım amacına göre kategorilere ayrılarak saklanıyordu. Örneğin Sümer kenti Nippur’daki bir tapınak kompleksinde binlerce tabletin depolandığı bilinmektedir. Bu koleksiyonlarda yalnızca ticari ve idari kayıtlar değil, aynı zamanda ilahiler, dualar ve destanlar gibi edebi metinler de bulunuyordu. Nippur ve çevresindeki kazılarda ortaya çıkarılan tabletler arasında Sümer dilinde yazılmış yaratılış efsaneleri, krallar listesi, atasözleri ve hatta ilk yazılı kanunlar yer almaktadır. Bu durum, Sümerlerin bilgiyi saklama ve aktarma konusunda kurumsal bir yaklaşım geliştirdiklerini gösterir. Nitekim yazıcıların yetiştirildiği eduba (tablet evi) denen okullarda, genç kâtipler hem yazı becerilerini geliştiriyor hem de mevcut metinleri kopyalayarak çoğaltıyorlardı. Bu okullar, bir bakıma ilk eğitim kütüphaneleri işlevi görmüştür. MÖ 3. binyılın sonlarına doğru Sümer şehirlerinde edebiyatın (örneğin Gılgamış Destanı’nın erken versiyonları ve tapınak ilahileri) yazıya geçirilip arşivlendiği, böylece kültürel belleğin korunduğu anlaşılmaktadır.

Antik Mısır’da Kütüphane Anlayışı

Mezopotamya ile çağdaş olan Antik Mısır uygarlığı da yazının (hiyeroglif ve hiyeratik) geliştirilmesiyle birlikte belge arşivciliğine başladı. Eski Krallık döneminden (MÖ 3. binyıl) itibaren Mısır’da tapınaklar ve devlet dairelerinde yazılı kayıtlar tutulmuş ve saklanmıştır. Mısır’daki kütüphane geleneği genellikle tapınaklara bağlı “Hayat Evi” (Per Ankh) ve “Kitap Evi” (Per-Medjat) gibi kurumlardı. Bu kurumlar, bir yandan tapınaklara ait kutsal metinleri, ilahileri, büyü metinlerini ve ritüel kitaplarını korurken diğer yandan tıp, astronomi, coğrafya gibi alanlardaki bilgi birikimini de papirüs tomarları halinde muhafaza ediyordu. Antik Mısır’da kütüphanecilik rahip-yazıcı sınıfının tekelindeydi; yazıyı bilen az sayıdaki eğitimli görevli, bu arşiv/kütüphanelerden sorumlu olup gerektiğinde metinleri istinsah ediyor (elden kopyalıyor) veya düzenliyordu.

Mısır’da kütüphanelerin fiziksel düzenine dair arkeolojik ipuçları sınırlı olsa da, Yukarı Mısır’daki Edfu tapınak kompleksinde küçük bir tapınak kütüphanesi ortaya çıkarılmıştır. Bu kütüphanede papirüs tomarlarının duvarlardaki nişler içine yerleştirilmiş sandıklarda saklandığı anlaşılmıştır​. Antik kaynaklar, bazı Mısır kütüphanelerinin kapısında “Ruhun Eczanesi” gibi ifadelere rastlandığını, yani kütüphanelerin ruhu iyileştiren bilgiler barındırdığı şeklinde sembolik bir anlayış olduğunu belirtir. Firavun Akhenaton’un başkentinde bulunan Amarna Arşivi (MÖ 14. yy) de Mısır’daki arşivcilik faaliyetinin önemli bir örneğidir. Amarna’da, diplomatik yazışmaların tutulduğu kil tablet arşivi keşfedilmiştir. Bu arşiv, Mısır’ın diğer devletlerle (Hititler, Babil, Asur vb.) mektuplaşmalarını içerir ve tabletlerin varlığı, Mısır’da papirüs dışında çivi yazılı belgelerin de saklandığını göstermektedir. Sonuç olarak Antik Mısır’da kütüphane kavramı, çoğunlukla dinî ve idari arşivlerin bir uzantısı şeklinde gelişmiş; bu kurumlar hem geçmiş kayıtları saklama hem de yeni belgelerle arşivi sürekli güncelleme işlevi görmüştür.

Babil Uygarlığında Kütüphaneler

Mezopotamya’daki Sümer mirasını devralan Babil uygarlığı (MÖ 2. binyıl), yazılı kültür ve kütüphanecilik alanında önemli ilerlemeler kaydetti. Babil şehir devletinde ve onu takip eden Babil İmparatorluğu dönemlerinde, tapınaklar başta olmak üzere çeşitli merkezlerde tablet kütüphaneleri oluşturuldu. Özellikle Sümer ve Akad dilindeki eski metinlerin kopyalanarak sonraki nesillere aktarılması Babil dönemi yazıcılarının önemli görevlerinden biriydi. Yazıcılar, bilim, tıp, kehanet ve edebiyat metinlerini kil tabletlere kopyalayarak bir bilgi birikimi sürekliliği sağladılar.

Babil’deki tapınak kütüphaneleri arasında, başkent Babil’de Marduk tapınağı ile Sippar şehrindeki Güneş Tanrısı Şamaş tapınağının arşivleri ünlüdür. Arkeolojik bulgular, Babil, Sippar ve Uruk gibi merkezlerde tapınak kütüphaneleri bulunduğunu ortaya koymuştu. Bu kütüphanelerde rahip-astronomlar ve alimler, ellerindeki tabletleri kopyalayarak çoğaltıyor, bazı metinleri de kendi özel koleksiyonlarına dahil ediyorlardı. Ele geçen tabletler arasında astroloji ve astronomi gözlem kayıtları, çeşitli kehanet (fal) metinleri, tıbbi reçeteler, matematik problemleri ve dini metinler vardır. Örneğin Sippar’da keşfedilen tabletler, astronomik günlükler ve matematiksel tablolar içererek Babil döneminde bu alanlardaki bilginin kütüphanelerde sistemli biçimde tutulduğunu göstermiştir. Ayrıca Babil Kralı Hammurabi döneminden (MÖ 18. yy) kalma kanunlar ve hukuki belgeler, kil tablet kütüphanelerinde saklanarak devlet hafızasının yazılı bir arşivle desteklendiğini ortaya koyar.

Babil geleneğinde kütüphaneler genelde herkese açık olmayan, belirli uzman veya kâtiplerin erişebildiği ortamlardı. Ancak bu kapalı karakterine rağmen, Babil’de üretilen ve saklanan metinler daha sonra Asur krallarının kütüphanelerine de kaynaklık etmiş, böylece Mezopotamya’da bilgi birikimi coğrafyalar ve yüzyıllar arasında aktarılmıştır. Nitekim sonraki Asur ve Pers dönemlerinde Babil kentindeki bazı tablet koleksiyonlarının devralındığı veya kopyalandığı bilinmektedir.

Hitit Uygarlığında Kütüphane ve Arşivler

Anadolu’da kurulan Hitit İmparatorluğu (MÖ 17.–12. yy), Mezopotamya kökenli çivi yazısını benimseyerek gelişkin bir arşiv ve kütüphane geleneği oluşturmuştur. Hitit başkenti Hattuşa’da (Boğazköy) yapılan kazılarda, kraliyet sarayının bünyesinde iki katlı bir kil tablet kütüphanesi ortaya çıkarılmıştır​. Bu kütüphane-arşiv kompleksinde bugüne kadar yaklaşık 33.000 tablet ele geçirilmiştir​. Tabletlerin büyük bölümü Hitit devletinin resmî arşiv belgeleri (antlaşmalar, mektuplar, kanunlar, mahkeme kayıtları) olmakla birlikte, önemli bir kısmı da dini metinler, destanlar, efsaneler ve yabancı kaynaklardan kopyalanmış metinlerdir. Örneğin Hattuşa tabletleri arasında Sümer ve Babil kökenli Gılgamış Destanı’nın Hititçe ve Hurriçe çevirileri, Mezopotamya mitolojisine ait metinler, dualar ve ritüeller de bulunmuştur. Bu durum, Hititlerin bilinçli bir şekilde diğer uygarlıkların bilgisini toplayıp kendi arşivlerine kattığını gösterir. Gerçekten de Hattuşa arşivlerinde üç dili kapsayan sözlük tabletleri (Sümerce, Akadca ve Hititçe listeler) keşfedilmiş, bu da Hitit sarayında bir tür bilgi sınıflandırması ve çeviri faaliyetinin sürdüğünü düşündürmüştür.

Hitit kütüphane sistemi, metinlerin düzenli bir şekilde istiflenmesine ve erişimine de olanak tanıyordu. Sarayın belirli odaları arşiv olarak kullanılmış, tabletler konularına göre tasnif edilip raflarda saklanmıştı. Örneğin arkeologlar, odalardan birinde yalnızca dini ayinlere ait tabletlerin, bir diğerinde yabancı krallarla yazışmaların topluca bulunduğunu saptamıştır. Hitit başkenti terk edilirken (MÖ 1200’lerde) kil tabletlerin büyük kısmı yangın nedeniyle pişerek dayanıklı hale geldiği için günümüze ulaşabilmiştir. Bu sayede Hititlerin tarihine ışık tutan kapsamlı bir yazılı kütüphane mirası ortaya çıkmış ve modern Hititoloji bilimi büyük ölçüde Hattuşa kütüphane arşivinin çözülmesiyle gelişmiştir. Hitit örneği, Anadolu’da erken dönem kütüphane geleneğinin varlığını göstermesi bakımından önemlidir.

Asur Uygarlığında Kütüphaneler

Mezopotamya’nın kuzeyinde kurulan Asur (Assur/Assurya) uygarlığı, MÖ 2. binyıldan itibaren bölgenin önemli bir güç merkezi olmuş ve kendine özgü bir kütüphane geleneği geliştirmiştir. Erken Asur döneminde (MÖ 2. binyıl) Asur şehir devleti ve ticaret kolonilerinde (örneğin Kayseri Kültepe’deki Kaniş karumunda) yazılı tablet arşivleri bulunmuştur. Ancak Asur kütüphaneciliğinin en parlak dönemi, Yeni Asur İmparatorluğu zamanında (MÖ 9.–7. yy) yaşanmıştır. Asur kralları, fethettikleri bölgelerin kültürel mirasını da sahiplenerek kendi merkezlerine taşımışlar ve büyük devlet kütüphaneleri oluşturmuşlardır. Özellikle imparatorluğun son büyük kralı Asurbanipal (Asur-bani-pal, MÖ 668–627) bu konuda öncüdür.

Ninova Kütüphanesi (Asurbanipal’ın Kütüphanesi)

Asurbanipal, başkent Ninova’da (bugünkü Musul yakınlarında) tarihin ilk büyük kapsamlı kütüphanelerinden birini kurmuştur. Kral Asurbanipal kendi sarayında bir kraliyet kütüphanesi tesis etmiş ve imparatorluğunun dört bir yanından metinler toplattırmıştır. Fermanlar yoluyla ülkesindeki tüm önemli tabletlerin kopyalarının Ninova’ya gönderilmesini sağlamış, ayrıca Babil ve diğer şehirlerdeki mevcut arşivlerden eserleri ele geçirerek koleksiyonunu zenginleştirmiştir. Ninova Kütüphanesi’nin tablet koleksiyonu muazzam bir büyüklüğe ulaşmış, yalnız Asurbanipal’ın özel koleksiyonunda 30.000’i aşkın kil tablet bulunduğu modern araştırmacılarca tahmin edilmektedir​. Bu tabletler çivi yazısıyla yazılmış ve ilahilerden mitolojiye, tıptan astronomiye kadar hemen her konuyu kapsamaktaydı​. Kütüphanede Mezopotamya’nın kadim edebiyatı ve tarihi kayıtlarının yanı sıra dönemin kimya, botanik, matematik, kehanet ve kozmoloji bilgilerinin de derlendiği görülmektedir​. Örneğin Gılgamış Destanı’nın en eksiksiz kopyaları, tufan efsanesi, tıbbi teşhis metinleri, büyü formülleri, yıldız kataloğları gibi eserler Ninova tabletleri arasında yer almıştır.

Ninova kütüphanesinin işlevi sadece belge saklamak değildi; aynı zamanda bir kültür merkezi olarak çalıştığı düşünülmektedir. Kütüphane bünyesinde yazıcılar, kâtipler ve çevirmenler istihdam edilmiş, ellerine ulaşan metinleri kopyalama, çiviyazısını standartlaştırma, Sümerce veya Akadca metinleri tercüme etme ve gerekirse yorumlama işleri yapılmıştır​. Bu yönüyle Ninova, antik dünyada bilginin sistematik tasnifi ve korunması adına atılmış en önemli adımlardan birini temsil eder. Asurbanipal’ın ölümünden kısa bir süre sonra (MÖ 612’de) Ninova şehri Medler ve Babilliler tarafından yakılıp yıkıldı; kütüphane de tahrip oldu. Ancak yangın, kil tabletleri pişirerek sağlamlaştırdığı için koleksiyonun önemli bir kısmı geleceğe kalmıştır. Dahası, Asurbanipal döneminde oluşturulan kopyaların bir kısmı imparatorluğun diğer şehirlerindeki arşivlerde de mevcut olduğundan, Ninova’nın yok oluşu tüm içeriklerin kaybına yol açmadı​. Ninova Kütüphanesi’nin keşfi (1840’lar) modern dünyaya Mezopotamya medeniyetini yeniden tanıtan bir dönüm noktası olmuş; buradan çıkan tabletlerin çözülmesiyle Sümer ve Akad edebiyatı ilk kez okunabilmiştir. Bu nedenle Ninova Kütüphanesi, yalnızca antik çağ için değil, günümüz tarih ve dilbilim çalışmaları için de paha biçilmez bir bilgi hazinesidir.

Antik Yunan’da Kütüphaneler

Antik Yunan uygarlığında yazı (Yunan alfabesi) kullanımı MÖ 8. yüzyıldan itibaren görülmekle birlikte, kütüphane kavramı özellikle MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda gelişmeye başlamıştır. Yunan dünyasında başlangıçta kütüphane niteliğinde mekânlar resmi arşivler şeklinde ortaya çıkmıştır. Örneğin Atina’da devlet arşivi olarak kullanılan Metroon binasında, şehrin kanunları ve resmi belgeleri rulolar halinde saklanmıştır. Bunun yanı sıra, MÖ 6. yüzyılda Atina tiranı Peisistratos’un halka açık ilk kütüphaneyi kurduğu antik kaynaklarca iddia edilir​. Her ne kadar bu kütüphane Pers işgali sırasında tahrip olmuşsa da, Peisistratos’un girişimi Yunan dünyasında yazılı eserlerin değer gördüğüne işaret etmektedir.

MÖ 5. yüzyıla gelindiğinde kitap ruloları (papirüs tomarı şeklinde) Atina’da ticari agora’da satılan bir meta haline gelmiş, böylece özel kitap koleksiyonları oluşmaya başlamıştır. Yunanlar “bibliotheke” sözcüğünü hem kitapların saklandığı yer, hem de bir kişinin sahip olduğu kitap koleksiyonu anlamında kullanır hale geldiler. Bu dönemde ünlü filozoflar ve bilginler de kendi kütüphanelerini oluşturuyordu. Örneğin Aristoteles geniş bir özel kitap koleksiyonuna sahipti; onun ölümünden sonra öğrencisi Theophrastos’a miras kalan bu koleksiyon, daha sonra çeşitli el değiştirmeler sonucunda İskenderiye Kütüphanesi’ne kaynaklık edecekti. Yine Sisam adasının tiranı Polykrates, MÖ 6. yy sonlarında zengin bir kütüphane oluşturup bilim insanlarına açmasıyla anılır​. Bu örnekler, Antik Yunan’da özel kütüphane geleneğinin filizlenmeye başladığını gösterir.

Büyük İskender’in seferleri sonrasında Yunan kültürü geniş coğrafyalara yayıldı ve Helenistik Dönem olarak bilinen MÖ 3.–1. yüzyıllarda, hükümdarlar kütüphaneleri bir güç ve prestij unsuru olarak görmeye başladılar. Helenistik krallar, kendi başkentlerinde büyük kütüphaneler kurarak bu merkezleri bilim ve sanatın odağı haline getirmeyi hedeflediler. Bu dönemde kütüphaneler yalnız birer kitap deposu değil, aynı zamanda araştırma yapılan ve eğitim verilen entelektüel kurumlar olarak hizmet vermiştir. Örneğin Makedonya kökenli Ptolemaios hanedanı yönetimindeki Mısır’da kurulan İskenderiye Müzesi (Mouseion) ve kütüphanesi, böylesi bir vizyonun ürünüdür.

İskenderiye Kütüphanesi

Dünyanın en ünlü antik kütüphanesi sayılan İskenderiye Kütüphanesi, Mısır’daki İskenderiye şehrinde Helenistik dönemde kurulmuştur. Kesin kuruluş tarihi tam bilinmemekle beraber, büyük olasılıkla MÖ 3. yüzyılın başlarında Kral Ptolemaios II Philadelphos (MÖ 285–246) döneminde faaliyete geçmiştir​. İskenderiye Kütüphanesi, kraliyet himayesinde olmakla birlikte bir bakıma halka (daha doğrusu belli başlı akademisyenlere) açık ilk kurumsal kütüphanelerden biriydi​. Kütüphane, Ptolemaios krallarının “evrendeki tüm bilgiyi toplama” idealiyle büyütülmüştür. Rivayete göre İskenderiye limanına gelen gemilerdeki kitaplar geçici olarak toplanır, kopyalanır ve orijinalleri sahiplerine geri verilirken kopyalar kütüphaneye konurdu. Bu ve benzeri agresif toplama politikaları sayesinde kısa sürede koleksiyon muazzam boyutlara ulaştı. Antik kaynaklar kütüphanedeki kitap rulolarının sayısını abartılı şekilde yarım milyona (500.000) kadar çıkarır. Modern tahminler ise en parlak döneminde 40.000 ile 400.000 arasında papirüs tomarı (yaklaşık 100.000 kitap eşdeğeri) barındırdığını öne sürmektedir​. Bu büyüklük, antik dünyada eşi benzeri görülmemiş bir bilgi hazinesi demekti.

İskenderiye Kütüphanesi, bir akademi niteliğinde olan Mouseion’un parçasıydı ve bünyesinde onlarca araştırmacı, kâtip ve öğrenci bulunuyordu. Kütüphane yöneticileri (başkütüphaneciler) arasında dönemin en bilgili edebiyatçı ve bilim insanları yer almıştır. Örneğin Zenodotos (Standart Homeros metinlerini hazırlayan filolog) ve Kallimakhos (dünyanın ilk kapsamlı kütüphane kataloğu sayılan Pinakes’i derleyen şair) İskenderiye Kütüphanesi’nin ünlü bilginlerindendir​. Bu kütüphane, Yunan edebiyatının kritik metinlerinin karşılaştırılması, bilimsel eserlerin derlenmesi ve yeni eserlerin üretilmesi açısından benzersiz bir ortam sunuyordu. Matematikçi Öklid, coğrafyacı Eratosthenes, mühendis Heron, şair Apollonios gibi birçok bilgin çalışmalarını bu kütüphanede yürüttü. Kütüphanenin işleyişi, modern anlamda bir araştırma kütüphanesine benziyordu: Metinlerin sınıflandırılması, kataloglanması, restorasyonu ve çoğaltılması sistemli biçimde yapılıyordu.

İskenderiye Kütüphanesi’nin tarihsel etkisi son derece büyüktür. Burası, antikçağ boyunca bilimin başkenti olarak görülmüş, farklı kültürlerden bilgilerin harmanlandığı kozmopolit bir merkez olmuştur. Kütüphane maalesef tarih içinde birkaç kez zarar görmüş ve nihai olarak Roma İmparatorluğu döneminde ortadan kalkmıştır. MÖ 48’de Jül Sezar’ın İskenderiye muhasarasındaki yangında kıyıdaki depolar zarar görmüş, MS 3. yüzyılda isyanlar sırasında ve MS 4. yüzyılda Hristiyan baskıları sonucu kütüphane yavaş yavaş yok olmuştur. Tam olarak ne zaman ve nasıl yok olduğu belirsiz olsa da, İskenderiye Kütüphanesi’nin yıkımı, antik dünyanın bilgi birikiminde onarılmaz bir kayıp olarak simgesel bir anlam kazanmıştır.

İskenderiye dışında, Helenistik dünyada başka önemli kütüphaneler de kurulmuştur. Bergama (Pergamon) Krallığı’nın başkenti Pergamon’da MÖ 2. yüzyılda kurulan Pergamon Kütüphanesi, İskenderiye’den sonra dönemin en büyük koleksiyonuna sahipti. Yaklaşık 200.000 cilt (papirüs veya parşömen tomarı) esere ulaştığı söylenen Bergama Kütüphanesi, parşömen (membrane) kullanımını geliştirerek yazı materyali tarihinde de iz bırakmıştır (parşömen, adını Pergamon’dan almıştır). Bu kütüphane de bir kültür merkezi işlevi görmüş; krallık, ünlü düşünürleri ve sanatkârları himaye ederek Bergama’yı bir ilim merkezi haline getirmiştir. Helenistik çağdaki bu rekabetçi kütüphane kurma olgusu, bilgiyi toplama ve sistemleştirme yönündeki evrenselci yaklaşımın ilk örneklerindendir.

Antik Roma’da Kütüphaneler

Roma uygarlığında kütüphane kavramı Yunan kültürel etkisiyle şekillenmiştir. MÖ 2. yüzyıldan itibaren Roma Cumhuriyeti, Akdeniz’de egemenlik kurarken fethettiği Yunan şehirlerinden çok sayıda kitap rulolarını da ganimet olarak Roma’ya taşımıştır. Örneğin MÖ 168’de Makedonya kralı Perseus’u yenen konsül Aemilius Paullus’un büyük bir Yunan eserleri koleksiyonunu Roma’ya getirdiği kaydedilir. Benzer şekilde MÖ 86’da diktatör Sulla, Atina’yı yağmaladığında Aristoteles’in ünlü kütüphanesini ele geçirip Roma’ya nakletmiştir​. Bu tür birikimler, Roma aristokratları arasında özel kütüphane oluşturma modasını başlatmıştır. Zamanla itibarlı bir Romalı senatör veya aydının evinde zengin bir villa kütüphanesi bulundurması adeta bir gereklilik haline gelmiştir. Hatta Pompei yakınlarındaki Herkulaneum’da kazılan ve bir Romalı asilzade olan Piso’ya ait olduğu düşünülen Villa dei Papiri’de yaklaşık 1800 kadar rulo kitaplık bir özel kütüphane ortaya çıkmıştır​. Bu, özel kütüphanelerin ulaştığı boyutu göstermesi açısından çarpıcı bir bulgudur.

Roma’da gerçek anlamda halka açık kütüphane fikri ise Julius Sezar döneminde ortaya atılmış, Sezar bir halk kütüphanesi kurmayı planlamış ancak ömrü yetmemiştir. Sonrasında, MÖ 39 yılında Asinius Pollio adındaki konsül, Roma’da ilk halk kütüphanesini (Atrium Libertatis’te) açmıştır. Pollio’nun girişimi, “kitapların herkesin malı olması” gerektiği düşüncesiyle hareket ettiğini gösterir​. Ardından İmparator Augustus, Palatin Tepesi’nde ve Mars Alanı’nda iki büyük halk kütüphanesi kurdurmuştur. Bu kütüphanelerde koleksiyonlar Latin ve Grek eserler olarak iki ayrı salonda düzenleniyor, okurlar istedikleri eserleri görevli memurlar aracılığıyla ödünç alıp okuyabiliyordu. Halka açık Roma kütüphaneleri genellikle sabahtan öğleye kadar açık oluyor ve ödünç kitap çıkarılmasına (dışarı kitap götürülmesine) izin verilmiyordu​. Ancak okuma salonlarında araştırmacılar veya meraklı vatandaşlar eserleri inceleyebiliyordu. Bu yönüyle Roma kütüphaneleri modern anlamda birer referans kütüphanesi işlevi görmüştür.

İmparatorluk döneminde (MS 1.–4. yy) Roma kütüphanelerinin sayısı ve çeşitliliği arttı. Başkent Roma şehrinde imparatorluğun sonlarında 20’yi aşkın halk kütüphanesi bulunduğu belirtilir​. Mimar Vitruvius, bir kütüphane binasının nasıl inşa edilmesi gerektiğine dair eserinde bilgiler vererek (örneğin kütüphanelerin doğuya bakması, nemden korunması için tabanının yükseltilmesi gibi) dönemin kütüphane mimarisine ışık tutmuştur​. Bazı imparatorlar hamam komplekslerine bitişik kütüphaneler yapmışlardır; Trajan Hamamı, Caracalla Hamamı gibi büyük tesislerde birer okuma salonu ve kitaplık bulunurdu. Bu kamusal kütüphaneler, Romalıların kültürel yaşamının bir parçası olmuş, yazarların eserlerini ilk kez halka okudukları toplantılara veya felsefi tartışmalara ev sahipliği yapmıştır. Örneğin Augustus’un Palatin Kütüphanesi, imparatorluk meclisinin toplandığı, edebî dinletilerin yapıldığı çok amaçlı bir salon olarak da kullanılmıştır​.

Roma İmparatorluğu, kütüphane kavramını fethettiği topraklara da taşıdı. Efes’teki Celsus Kütüphanesi (MS 2. yy başı, Asya Eyaleti’nde), Atina’daki Hadrian Kütüphanesi (MS 2. yy ortası) gibi görkemli yapılar, merkeze uzak bölgelerde inşa edilen halk kütüphanelerine örnektir​. Bu kütüphaneler genellikle bir anıtsal cepheye, okuma salonlarına ve depolama odalarına sahip mimari yapılar olarak inşa edilmiştir. Celsus Kütüphanesi örneğin mermer cephesi ve iki katlı tasarımıyla sadece bir kitap deposu değil, aynı zamanda bir anıt mezar (kurucusu Celsus’un türbesi de içerideydi) ve kamusal buluşma alanı niteliği taşımıştır.

MS 4. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu’nun batı kesiminde kütüphaneler gerilemeye başlasa da, doğuda (Bizans’ta) imparatorluk ve patrikhane kütüphaneleri varlığını sürdürmüştür. Özellikle Konstantinopolis’te kurulan imparatorluk kütüphanesinde on binlerce cilt eser bulunduğu kaydedilir. Ancak genel olarak geç antik dönemde kamu kütüphaneleri önemini yitirirken manastır kütüphaneleri gibi yeni tip kurumlar ortaya çıkmıştır. Bu da kütüphanecilik geleneğinin evrilerek Orta Çağ’a aktarılmasını sağlamıştır.

İlk Kütüphanelerin Kronolojik Gelişimi (Özet)

  • MÖ ~3200Yazının İcadı: Sümer ve Mısır uygarlıklarında yazı sistemlerinin (çivi yazısı ve hiyeroglif) geliştirilmesi; ilk kayıtların ortaya çıkışı​.

  • MÖ ~2500İlk Arşivler: Sümer şehirleri ve Ebla gibi merkezlerde tapınak/saray arşivlerinin oluşması; binlerce tabletlik koleksiyonların belirmesi​.

  • MÖ ~2000Sümer/Babil Edebiyatı: Sümer destanları, duaları ve sözlü gelenek ürünlerinin yazıya geçirilerek Nippur gibi merkezlerde arşivlenmesi; Mezopotamya’da eduba (tablet evleri) aracılığıyla edebi ve bilimsel metinlerin çoğaltılması.

  • MÖ ~1400Hitit ve Mısır Arşivleri: Hitit başkenti Hattuşa’da kapsamlı tablet arşivlerinin tutulması; Amarna’da Mısır’ın diplomatik yazışmalarının arşivlenmesi. Bu dönemde Anadolu ve Mısır’da kütüphane işlevi gören kurumlar mevcut.

  • MÖ 7. yyNinova Kütüphanesi: Asur Kralı Asurbanipal’ın Ninova’da antik dünyanın ilk büyük kütüphane koleksiyonunu oluşturması (yaklaşık 30 bin tablet)​;Mezopotamya kültür mirasının sistematik şekilde toplanması​.

  • MÖ 3. yyİskenderiye Kütüphanesi: Ptolemaioslar döneminde Mısır’da İskenderiye Kütüphanesi’nin kurulması; yüz binlerce ruloluk evrensel bir koleksiyonun oluşturulması ve bir araştırma merkezi işlevi görmesi​. Aynı dönemde Pergamon (Bergama) gibi Helenistik saray kütüphanelerinin ortaya çıkması.

  • MÖ 1. yyRoma’da Halk Kütüphaneleri: Roma’da Yunan kütüphanelerinden gelen eserlerle özel koleksiyonların artması; Asinius Pollio’nun ilk halk kütüphanesini açması (MÖ 39) ve Augustus döneminde imparatorluk kütüphanelerinin kurulması.

  • MS 2. yyİmparatorluk Dönemi: Roma İmparatorluğu genelinde (Roma, Efes, Atina vb.) anıtsal halk kütüphanelerinin yayılması; kütüphanelerin sosyal ve kültürel yaşamın parçası olması.

  • MS 4.-5. yyGeç Antik Çağ: Roma’nın batısında kütüphanelerin gerilemesi, doğuda Konstantinopolis gibi merkezlerde büyük kütüphanelerin sürmesi; ardından Orta Çağ’da manastır kütüphaneleri dönemine geçiş.

Sonuç

Yazının icadı ile başlayan kütüphane olgusu, farklı coğrafya ve kültürlerde birbirinden etkilenerek gelişmiştir. Sümerlerin kil tablet arşivlerinden Antik Yunan’ın büyük kitap koleksiyonlarına, Mısır’ın tapınak kütüphanelerinden Roma’nın halk kütüphanelerine uzanan bu süreçte, bilginin kurumsal olarak saklanması ve erişilebilir kılınması temel amaç olmuştur. İlk kütüphaneler genellikle herkesin giremediği, elit yazıcı ve rahip sınıfına hizmet eden arşivler iken, zamanla kütüphane kavramı genişleyip kamusal bir yön de kazanmıştır. Özellikle İskenderiye Kütüphanesi ve ardından Roma kütüphaneleri, antik dünyada entelektüel faaliyetlerin merkezleri haline gelmiş ve sonraki uygarlıklara örnek teşkil etmiştir.

Tarihsel gelişim sürecine bakıldığında, kütüphanelerin yalnız bilgi depolamakla kalmayıp, bilgiyi üreten, sınıflandıran ve geleceğe aktaran dinamik kurumlar olduğu görülmektedir. İlk kütüphanelerin mirası, günümüz kütüphanelerinin temelini atmış; kataloglama, arşivleme, koruma gibi kütüphanecilik pratikleri binlerce yıl önceki bu öncüllerinde filizlenmiştir. Böylece, insanlığın yazılı hafızası, Sümer’den Roma’ya uzanan bu kadim kütüphaneler zinciri sayesinde nesiller boyu yaşamış ve bugünümüzü şekillendirmiştir.

Kaynakça

  • Casson, L. (2001). Libraries in the Ancient World. Yale University Press.

  • Houston, S. D. (Ed.). (2004). The First Writing: Script Invention as History and Process. Cambridge University Press.

  • Leick, G. (2002). Mesopotamia: The Invention of the City. Penguin Books.

  • MacLeod, R. (Ed.). (2000). The Library of Alexandria: Centre of Learning in the Ancient World. I.B. Tauris.

  • Murray, S. A. P. (2009). The Library: An Illustrated History. Skyhorse Publishing.

  • Millar, F. (1981). The Roman Republic and the Roman Empire. Oxford University Press.

  • Harris, M. H. (1995). History of Libraries in the Western World (4th ed.). Scarecrow Press.

  • Johnson, E. A. (2013). Ancient Libraries and the History of Information Science. Library Trends, 62(1), 3–23.

  • Canfora, L. (1990). The Vanished Library: A Wonder of the Ancient World. (M. Ryle, Trans.). University of California Press.

  • Bagnall, R. S. (2002). Alexandria: Library of Dreams. Proceedings of the American Philosophical Society, 146(4), 348–362.

  • Oates, J. (1979). Babylon. Thames and Hudson.

  • Bryce, T. (2005). The Kingdom of the Hittites. Oxford University Press.

  • Clancier, P., Joannès, F., Michaud, J., & Monerie, J. (2014). Archives and Libraries in the Ancient Near East 1500–300 BC. Walter de Gruyter.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fotoğraf Makinesinin Teknik Yapısı ve Çalışma Prensibi

Samurai Jack: Zamansız Bir Savaşçının Hikayesi

Polyushka Polye: Sovyetler Birliği'nin Unutulmaz Marşı