Deniz ve Sessiz Çığlık
Deniz ve Sessiz Çığlık
Sabah güneşi, sakin dalgaların üzerinde dans ederken denizin yüzeyi bir aynayı andırıyordu. Deniz her zaman bir kaçış yeri olmuştu. Ama o gün, sanki deniz bile hüzünlüydü. Mavi derinlikler, tarifsiz bir ağırlıkla doluydu; dalgalar kıyıya değil de bir bilinmezliğe çarpıyordu.
Ela, ayaklarını serin suya soktuğunda, içindeki boşluk bir an için denizle birleşmiş gibi hissetti. "Deniz hep böyle miydi?" diye düşündü. O kadar huzurlu ve o kadar ağır...
Etrafta kimse yoktu. Gökyüzüyle deniz arasında sıkışmış gibi hissediyordu. Sonsuz mavilikler ona hem özgürlük hem de yalnızlık getiriyordu. Ellerini kumun içine gömdü, parmaklarının arasından süzülen taneleri hissetti. Hayat da böyleydi; tutmaya çalıştıkça kayıp gidiyordu.
Bir dalga gelip Ela'nın ayaklarını okşadı, sonra geri çekildi. "Beni mi teselli etmeye çalışıyorsun?" diye fısıldadı denize. Bir yanıt beklemiyordu ama sanki deniz onunla konuşuyor gibiydi. Her bir dalga, içindeki sessiz çığlığa bir melodi ekliyordu.
Ela, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapadı. İçindeki ağırlık, denizin derinlikleri kadar karanlık ve dipsizdi. Ama o an fark etti ki deniz, her gün aynı dalgayı kıyıya getiriyor, sonra geri çekiliyordu. Bitmeyen bir döngüde, tükenmeden, pes etmeden...
"Belki de deniz gibi olmalıyım," diye düşündü. "Her ne kadar ağır gelse de dalgalar, kıyıya vurmaktan vazgeçmemeli."
O gün Ela, denizin derinliklerinde bir umut buldu. Sessiz çığlıkları, dalgaların sesine karışmıştı. Ve deniz, ona bir sır fısıldamış gibi hissettirdi: "Hüzün bir geçittir, kalıcı bir yer değil."
Kalktı, ellerindeki kumları silkti ve ufka baktı. Deniz, ona hayatın güzelliğiyle ağırlığını aynı anda hatırlatmıştı. Bir kez daha dalgaların ritmine kulak vererek yavaşça yürümeye başladı. Çünkü artık biliyordu, dalgalar gibi, o da kıyıya ulaşmayı sürdürecekti.

Yorumlar
Yorum Gönder